Az biraz
yokuş ve iki kat merdiven nefes nefese kalmasına yetmişti Alper’in. Yaklaşık bir
sene sonra tekrar geldiği dairenin kapısı hafif aralıktı ve vurmadan girdi
içeri. Botunu çıkardı, çıplak ve buz gibi olan evin tabanı ayaklarıyla
kucaklaştı. Annesinin gönderdiği yiyeceklerle dolu olan poşeti koyacak bir yer
aradı gözleri ama yere bıraktı. Kuzeninin pineklediğini tahmin ettiği odaya
doğru yürüdü. Emektar masadan önce elleriyle destek alıp sonra hantal 95
kiloluk bedenini gıcırtıyla iskemleye yerleştirdi. Çıkan sesle karşısında
uyuklayan kuzenini kim bilir hangi saçma-iğrenç rüyasından etmişti. Hafifçe
başını kollarının üzerinden kaldıran Selçuk karşısında oturanın kim olduğunu
çıkardıktan sonra elini masadaki yarısı su dolu bardağa götürdü. Boğazını
ıslattıktan sonra havadan sudan konuşmayı sevmediğinden söze ilk önce
karşısındakinin başlamasını bekleyen bakışlarını Alper’e yöneltti. Alper
aklındakileri henüz toparlıyorken Selçuk;
“Tuvalete
kadar gidiyorum şimdi dönerim kuzen” dedi.
Başını
sallayarak cevap veren Alper daha şimdiden bu pis, loş, soğuk ve dağınık odadan
bunalmıştı. Aslında çok da şaşırmamıştı buranın böyle olmasına. Az çok tahmin
ettiği gibiydi. Kuzeni hep pisti. Çorabıyla yatar, dişlerini nadiren fırçalar ve
haftada bir duş alırdı. Onun gibiler hep pisti.35 yıllık hayatında bir iki tane
daha böyle adam tanımıştı. Bunların en dikkat çekici ve önemli ortak
özellikleri tembellikti. Maddenin statik enerjisine olan aşkları hep baki,
eylemsizlik tek eylemleri denilebilirdi. Evet maalesef kuzeni de böyleydi. Bir
de son zamanlarda sinirsel davranış bozuklukları eklenmişti annesinin dediğine
göre. Nevrotik bir vaka sayılabilirdi. 10 dakika sonra elinde bir kupa fincan
ve hırkasını giymiş olarak döndü.
“ Kuzen söze
başlamadan bir şey soracağım. Evdeki eşyaları mı satıyorsun lan? Tek gördüğüm
mobilya oturduğumuz masa bir de şuradaki kanepe.” Dedi hafiften gülerek.
“Buraya
kendini iyi hissetmeye geldiysen kapı açık halihazırda. Sana kapıya kadar eşlik
edemem.”
“Kumar mı
hala yoksa?”
…
…hasılı
kelam aynı inşaat firması beni işe alma mülakatına Levent’teki binasına
çağırdı. Gittim. Beklerken İnsan kaynakları departmanı müdüresi asistanından
Müdürenin isminin Çağla olduğunu
öğrendim. Saplantı işte. Arkama bakmadan uzaklaştım Çağla’dan. Hayatımı
yeterince kötü etkileyen 3 adet Çağla ile tanıştım zaten. Dolaylı ya da
dolaysız, iyi niyetli ya da kötü niyetli fark etmez. “
“İkisini
biliyorum da üçüncüsü nerden kuzen?”
“Üniversiteden.
Hani taciz iftirasıyla iki yarı yıl uzaklaştırılmama neden olan yapı statikçi
yard. Doç. Çağla Fil.
Misafirine
de yapmayı gerekli görmediği kahvesinden bir yudum daha aldı ve terleyen
ellerini çaktırmadan hırkasına sildi. Alper’in de tahmin ettiği gibi kuzeninin
hayatında birçok şey yolunda gitmiyordu kendisinin aksine. Özellikle de adı
çağla olan akrabalarının düğününe giderken anne ve babasını trafik kazasında
kaybettikten sonra. Para buldukça kumar oynardı üstelik ve iş kariyerinde de
devamlılığı yoktu. Sıkılırsa bırakırdı. Strese gelemez ve liyakat tabiatında
yoktu. Kuzenini kendisine yapılan iyiliğin değerini bilemeyecek kadar iyi
tanıyordu. Selçuk’u hep kıskanmıştı. Okul hayatında daha başarılı ve etrafında
kızların eksik olmayacağı kadar yakışıklıydı kuzeni. Kuzeninin içinde bulunduğu
duruma üzülüyor ama bir yandan da bilinç altında hep rakip olarak gördüğü için
de sinsi bir memnunluk hissetmiyor değildi.
“Hatırladım
şimdi. Unutmadan annem yiyecek bir şeyler yolladı. Havuçlu kek yapmış. Seversin
sen. Bir iki tane de sandviç. Girişe bıraktım. Bir de senden şu resim albümlerini
istedi bir sakıncası yoksa. Teyzemle annemin ortak çektirdiği resimler olacak
herhalde, anlarsın işte hatıra hatıradır. Bizimkiler de baya üzüldü. Seni de
merak ediyorlar bazen.”
“ Nazan
teyzem bir tanedir. Ara sıra gelir sohbet ederiz. Bolca nasihat ve biraz yiyecek
getirir sonra gider. Birisine tavsiye de bulunmak nasihat vermek insana kendini
iyi hissettirdiğini bildiğimden dinliyormuş önemsiyormuşum gibi davranıyorum
teyzemin söylediklerini. Bir kez tökezlemeye gör zaten herkes yaşam koçluğuna
soyunuyor lakin bunun için kimseyi suçlayamayacak kadar budalayım biliyorum.
Albümlere gelince nerde olduklarını tam olarak bilmiyorum aramam lazım. Teyzeme
söyle ne istiyorsa alsın zaten ben ne yapacağım resimleri. Ne işime yarar? Bu
akşam bulabildiklerimi masanın üstüne koyarım.”
“Tamam o
zaman kuzen bana müsaade. Ama şu kapıyı açık bırakma ne olur ne olmaz.”
Cevap
vermedi diğeri. Alper botlarını donmuş ayaklarına tekrar geçirdi. Dikkatli
adımlarla dar basamakları teker teker indi.
İkisinin de
en büyük ortak noktası sıkı birer edebiyat sever olmalarıydı. Özellikle lise ve
Üniversite yıllarında bir çok ortak yazar okudular kimi zaman tatlı sert
tartışmaları dahi olurdu. Alper izinli bir gününde büyük bir kitapçıya girip
nerdeyse on yıldır iki ayda bir yayınlanan en sevdiği edebiyat dergisini alıp
açık alanı olan bir kafeye girdi. Sırtını güneşe verip filtre kahve siparişi
verdi sakallı garsona. Dergiyi karıştırmaya başlamıştı ki gördüğüne çok
şaşırmıştı. Bu sayıdaki bir öykünün yazarının adı Selçuk Sarmaşık idi. “Tesadüf
herhalde” dedi ama öykünün ismi de albüm olunca okumaya karar verdi. Evet bu
kuzeni Selçuk’un ta kendisiydi. Demek artık yazıyordu ve yazdıkları bu dergide
yayınlanacak kadar güzeldi. Derin bir kıskançlık ve gülümsemeyle bitirdi
öyküyü. Yüzünde tebessümle kapattı dergiyi.
Yaşamınızda
müzmin bir kaybeden olsanız dahi hayat hala başkalarının sizi kıskanmasına
yetecek kadar cömert farkında olmasanız da. Alper tebrik etmek için aramadı
Selçuk’u. Kahvesini bitirip hesabı ödedi. Kafeden çıkıp kalabalığa karıştı.
No comments:
Post a Comment